Hz.Ebu Zer El-Gıfari (R.A)



Ebû Zer El-Gıfârî (r.a.) zor günlerin insanı… Sevgili Peygamberimizin sırdaşı, âbid, zahid ve cömert bir sahabî. Gönlünde hep iyilik ve güzellikler arayan bir yiğit…
Ebû Zer El-Gıfârî, insanların akıl ve gönüllerini aydınlatacak yeni bir peygamber bekliyordu. Zavallı insanların putları ilah edinmesine hayret ediyor, böyle bir inancın manasız boş bir şey olduğunu söylüyordu. Kabilesi arasında cesaret, atılganlık ve putlara nefretiyle meşhur olmuştu.
EBU ZER (R.A.) NASIL MÜSLÜMAN OLDU?
Henüz ilk vahyin geldiği günlerdi. Yeni dinin haberi kendine ulaştığında vakit geçirmeden araştırıp incelemeye başladı. Önce kardeşi Uneys’i Mekke’ye gönderdi. Getirdiği bilgilerle doymadı, kendisi yola koyuldu. Onun Resûlullah sallallahü aleyhi vesellem ile buluşmasını İbni Abbas (r.a) bizzat kendisinden şöyle naklediyor:
“Ben Gıfar kabilesinden bir kimse idim. Mekke’de yeni bir peygamberin çıktığına dair haber aldım. Kardeşim Uneys’i onun hakkında bilgi edinmesi için gönderdim. Dönüp geldiğinde: “Bir kişi gördüm ki, o hep insanlara hayrı emrediyor, kötülüklerden nehyediyor”dedi.
Gönlüm bizzat görmeyi istedi ve Mekke ye, Mescid-i Haram’a geldim. Resûlullah’ı (s.a.) tanımıyor, başkasına da soramıyordum. Gece oldu, mescitten ayrılmıyordum. Ali bin Ebi Talib yanıma geldi ve şu adam gariptir, yabancıdır sanırım, dedi. Ben de: “Evet, garibim” dedim. Ali: “Öyleyse bize buyur” dedi. Ali ile beraber gittim. O gece seyahatime dair ne o bana bir şey sordu ne de ben ona bir şey söyledim. Sabah olunca tekrar mescide gittim. İkinci gece oldu. Yine Ali yanıma geldi. Haydi bize gidelim, dedi. Gittik, o gece de bir şey konuşmadık. Üçüncü gece Ali bin Ebi Talib bana. Senin halin nedir? Bu şehre niçin geldin? diye sordu. Ben de Mahrem tutacağına ve aradığıma götüreceğine söz verirsen anlatırım, dedim Ali: Emin olabilirsin dedi. Ben de: Duyduğumuza göre burada bir kişi çıkmış, “Peygamberim” dermiş. Onunla görüşmek, tanışmak için geldim, deyince Ali. Vallahi gerçekten o Allah’ın Resûlü ve hak Peygamberdir, sabahleyin ben yanına gideceğim sen de peşimden gel dedi. Sabah olunca Ali (r.a.), Nereye gidersem beni takip et. Şayet yolda sana zarar vereceğinden korktuğum birisini görürsem bir kenara çekilir dururum, sen durma git. Ben nereye girersem sen de oraya gir, dedi. Beraberce Resûlullah sallallahü aleyhi vesellemin huzuruna vardık. Onu göresiye “Esselamu aleyke ya Resûlallah!” dedim. Aklım, gönlüm onun nuruyla doluverdi. İçim ışıyıverdi. Sorguya suale hacet kalmadan hemen kelime-i şahadet getirdim ve teslim oldum.
SAHABİNİN CESARETİ
Resûlullah (s.a.) bana; “Ya Eba Zer! Bu işi mahrem tut ve memleketine dön.” buyurdular. Ben de “Ya Resulullah! Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, kelime-i şehadeti en azılı müşriklerin ortasında söyleyeceğim, dedim. Mescide geldim ve “Ey Kureyş topluluğu! bütün varlığımla bilir ve size de bildiririm ki, Allah’tan başka ibadet edecek hiçbir ma’bud yoktur. Ancak Allah vardır. Yine samimiyetle ilan ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve Resûlü’dür.” diye haykırdım.
Kureyş müşrikleri beni öldüresiye dövmeye başladılar. Peygamberimizin amcası Abbas yetişip üzerime kapandı. Onlara “Helak olasınız, Gıfar’dan bir kişiyi öldürüyorsunuz, Gıfar ise sizin ticaret yeriniz, yol uğrağınızdır.” deyince Kureyşliler çekildiler. Kendime gelince, Resûlullah’ın (s.a.) yanına gittim. Beni o halde görünce: “Ya Eba Zer! Sana bu işi mahrem tut, memleketine dön dememiş miydim? Haydi şimdi sen kavmine git. Gördüğünü ve duyduğunu onlara haber ver. Onları Allah’a davet et. Davetimi açığa vurduğumda bana gel” buyurdular.
YALNIZ SAHABİ
Hicrete kadar kavmini İslam’a davetle geçirdi. Gıfar’dan birçok kişi onun vasıtasıyla Müslüman oldu. Hicretten sonra da aynı vazife ile meşgul olan Ebu Zer (r.a.) Bedir, Uhud, Hendek savaşlarında bulunamadı. Sonra iki cihan güneşi Efendimizle beraber olmak ve ona hizmet etmek arzusuyla Medine’ye yerleşti. Resul-i Ekrem (s.a.) Efendimiz onunla her karşılaştığında elini sıkar, ona gülümser, iltifat eder ve ikramlarda bulunurdu. Tebük seferine çıkılmıştı. Ebu Zer’in (r.a.) devesi zayıf olduğu için geride kalmıştı. Resul-i Ekrem’e (s.a.) yetişmek için eşyalarını arkasına alıp yürümeğe başlamıştı. Ebu Zer’in (r.a.) bu halini gören Fahr-i kainat (s.a.) Efendimiz “Allah Ebu Zer’e rahmet etsin. O yalnız gezer, yalnız ölür ve yalnız haşrolunur.” buyurmuşlardır.
O, dünyaya hiç değer vermemiş, evinde bir günlük nafakasından fazlasını bulundurmayıp, hep fakirlere dağıtmış. Son derece zahidane yaşamıştır. İhtiyacım olur diye bir kenarda hiçbir şey biriktirmemiştir. Bana aziz dostum, sallallahu aleyhi vesellem şöyle vasiyet etti: “Çıkınlanıp ağzı bağlanan altın ve gümüş birer ateş parçasıdır. O Allah rızası için muhtaçlara verilinceye kadar sahibini yakar.” diye buyurdu derdi.
GECE FAKİRLERE ALTIN DAĞITTI
Ömrünün sonuna kadar bu zühdî hayatı tercih eden Ebu Zer (r.a.) Sevgili Peygamberimizin vefatından sonra Medine’de duramayıp Şam’a gitti. Vali onu tecrübe için bir gece adamıyla ona bin altın gönderdi. Ebu Zer (r.a.) gece uyumayıp onları fakirlere dağıttı. Sabahleyin valinin adamı geldi. Aman efendim vali beni başka yere göndermiş, yanlışlıkla sana gelip altınları vermişim, dediğinde Ebu Zer (r.a.) “Oğlum, o altınlar geceleyin fukaraya taksim olundu. Bir tanesi sabaha kalmadı. Sen üç gün mühlet al da o miktar altın tedarik ediverelim.” diye özür beyan etti. Şam valisi onun sıdkı sadakatini, ihlasını ve cömertliğini bu şekilde öğrenmiş oldu.
İşte insan bu gibi davranışlarıyla yıldızlaşır. Saadet çağı insanı hep bu müşterek özelliği ile ebedileşmiştir. Onlar maldan candan geçerek, Allah ve Resulünde fani olmuşlar, birer iman kal’ası olarak kendilerine ahireti hedeflemişler ve bizlere güzel örnek olmuşlardır.
Sevgili Peygamberimizin; “Yer Ebu Zer’den daha doğru bir kimseyi taşımamış, gök onun gibi bir kimseyi gölgelememiştir.” iltifatına mazhar olan Ebu Zer (r.a.) Hz Osman (r.a.) hilafetinde Medine’ye yakın bir köy olan Rebeze’ye yerleştirildi. Orada bir mescit yaptırdı ve ömrünün sonuna kadar İslam’ı anlattı. Kur’an öğretti, hadis okuttu. 281 hadis-i şerif rivayet eden Ebu Zer (r.a.) 652 m. tarihinde Rebeze’de dar-ı beka’ya irtihal eyledi Cenab-ı Hak’tan şefaatlerini niyaz ederiz.
Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 1993 – Eylül, Sayı: 091, Sayfa: 026