Kimi kımıltılı kimi hareketsiz Kimi konuşan kimi sessiz Bu insanlarda yenilmeyen bir güç var Çobanların ruhu nasıl sığmazsa kırlara Bu insanlar da sığmıyor meydanlara.
Yüzlerde okunan sadece Kararsızlık, tedirginlik, endişe Ve içsel yalnızlığın hüznü Ve asla dinmeyen sıla özlemi.
Sıla, ey ruhumuzun coğrafyası!
Hep bir hazırlık kargaşasında büyüyor halk Şehrin sokaklarında, caddelerinde Meydanlarında
Evlerin önünde bahçelerde Çoğalıyorlar Her yerde ve her şeyde Büyük bir göçün telaşı var!
Atlar kişnemeye başladı Sabahı selamlıyor horozlar Yer yer tütmeye başladı bacalar Şehri denetleyen bir dev gibi Yükseliyor ufuktan güneş Işığının değdiği her şey Parlıyor uyanıyor canlanıyor.
Hep yarınları bekledi bu insanlar Geldiğini hiçbir zaman farketmediler Hep arkalarında yas tutan bir sevgilileri kalmış gibi! Hep önlerinde kendilerini bekleyen bir özülke varmış gibi Beklediler.
Telefon tellerine konmuş bu kuşlar Hangi habere ayarlanmışlar?
Bu gelen esinti bir haber mi getirdi Sevinçle ürperen doğaya?
Yaşayıp durduğumuz anların Uçsuz bucaksızlığında Yükseliyor güneş Yükseliyor umutlar!
Bütün canlılar Aşkla mest, aşkla diri Yağmurun sesini dinler gibi Dinliyorlar birbirlerini.
İnsanlar kıvılcımlanıyorlardı şehrin meydanlarında Çağırıp duruyordu ıssız kırlar onları Nehirler gülümseyen sevgililerin gamzeleri gibi
Sonra ölmüş bir boğanın donmuş gözlerinde Kaynayan kurtçuklar gibi Kaynaştılar şehrin içinde Sonra koşuştular Kendilerini kırlara vurdular Susamış bir davar sürüsünün Su yatağına koşuşu gibi.
Yürüdüler insanlar Dizi dizi, sıra sıra, konvoy konvoy Biteviye yürüdüler
Güneş adeta bir vicdan azabı gibi Her an biraz daha ağır Çöküyordu omuzlarına Dallarından ölü ağırlıklar sarkar gibi Durup duruyordu meyve ağaçları Buğday başaklarının Ayakta durmaktan yorgun düşmüşler gibi Eğilmişti başları İnsanların sanki toprağa yapışıyor gibi Kalkmaz olmuştu yerden ayakları.
Her an büyüyen bir susuzluk gibi Yakıcı bir özlem; İçlerinde büyümeye başlamıştı insanların.
İpek bir dokumanın havada dalgalanması gibi Kanın damarda ılık ılık akması gibi Şehirlerin düzeni, evlerin gizemi, odalarının mahremiyeti Yataklarının derinliği, yorganlarının serinliği Çağırıyordu onları.
Tepelerin ardında bekleyen yalnızlık Ürkütüyordu onların bedenlerini Doğanın kendine mahsus diriliği Ürkütüyordu bedenlerinin ölümcüllüğünü.
Ey kabına sığmayan kırlar! Ey kabuğunda can çekişen kent!
Kimsenin efendisi değilsin kırlarda Kendinin bile Her şeyin kölesisin şehirlerde Kendinin bile!
Ey insan niçin? Tedirginsin dişi kuşlar gibi Fırtına öncesinde.
Ey şafak uyandır bizi öperek alnımızdan Ey doğa emzir ruhumuzu Ey şehir kovma bedenimizi kapından Ey aşk merdiveni ulaştır bizi cennetine!