Yâ Rab hemîşe et lutfunu reh-nümâ mana Gösterme ol tarîki ki gitmez sana
mana
(Ya Rabbî, daima lûtfunu bana yol gösterici “kılavuz” et; sana
vasıl olmayan yolu bana gösterme)
Bu beytte Fuzûlî sana bana demekle kendini Allah ile bir makamda
gibi gösteriyor. Gitmez kelimesini yaraşmaz ma’nâsına alırsak böyle uygunsuz
bir ma’nâ çıkar gibi görünür. Lâkin hakikatta doğrudur. Çünkü Allah’a karşı
yakışmayan bir şey, onun kuluna da yakışmaz ve kul bunu yapamaz. Hâlbuki burada
yol karinesi ile sana gitmeyen, sana ulaşmayan yolu bana gösterme dediği
aşikârdır.
Kat’eyle
âşinâluğum andan ki gayrdur Ancak öz âşinâlarun et âşinâ
mana
(Senden gayri her şeyden, masivadan alaka ve dostluğumu kes.
Yalnız senin sevdiklerini bana dost et.)
Ben yalnız onları seveyim. Bunlar büyük mürşitler ve Hakk’ın
insanlara emrettiği ibadetler olabilir.
Kur’an-ı Azimü’ş-şan’da, Allah’ın, Allah’ı sevenleri “evliyâ“, sabredenleri, iyilik
edenleri, günahtan sakınanları, gazap ve hiddet yenenleri, Allah yolunda
savaşanları sevdiği açıkça zikredilir. Tabiî bunların başında Allah’ın
sevgilisi “Habibullah” olan
Hazreti Muhammed vardır.
Bir
yolda sâbit et kadem-i i’tibârumı Kim reh-ber-i şerî’at ola
muktedâ mana
(Benim hareket hattımı, değerlendirme hükmümü “i’tibâr ayağımı” bir yolda
değişmez hâle getir ki o yolda şerî’at kılavuzu olan Hazreti Peygambere
uyayım.)
Bütün hareketlerim, değer hükümlerim Hazreti Peygamber’in
gösterdiği yolda olsun ve şaşmasın. Bu beytin mazmunu namazdır. Muktedâ imam
demektir. İmama uyup namaza başlanır başlanmaz ayaklar sâbit kalır. Adım atmak,
yürümek gibi bir hareket yapılırsa namaz bozulur. Onun için “kadem-i i’tibârımı bir yolda sabit et yani
hareket ettirme” diyor.
Yok
mendebir amel sana şâyeste ah eger A’mâlüme göre vere adlün cezâ
mana
(Ben sana lâyıkıyla ibadet etmedim. Eğer benim ibadetlerime göre
adaletin beni cezalandırırsa eyvah, mahvoldum.)
Cezanın asıl ma’nâsı bir şeyin karşılığıdır. Bizim kullandığımız
azap etmek, cezalandırmak ma’nâsına değildir.
Adalet, herhangi bir şeyi lâyık olduğu ceza veya mükâfat ile
karşılamak demektir. İbadete ceza olmaz. Az da olsa yine mükâfatlandırılır.
Burada ceza, bir işin (amelin) İyi veya kötü tam karşılığı olarak
kullanılmıştır.
Havf-i
hatâda muztaribem var ümîd kim Lutfun vere beşâret-i afv-i
hatâ mana
(Bir hata işlemeyeyim diye korku içinde çırpınıyorum. Ümit
ederim ki senin lûtfun, hatamın affedileceği müjdesini versin.)
Men
bilmezem mana geregin sen hakîmsen Men’eyle verme her ne gerekmez
sana mana
(Ben hastayım, bana ne faydalıdır, ne zararlıdır bilmem. Sen
hâkimsin, hekimsin. Bana zararlı olan, lâzım olmayan şeyi bana verme.)
Oldur
mana murâd ki oldur sana murâd Hâşâ ki senden özge ola
müdde’â mana
(Ben ancak senin istediğini isterim. Yani irademi senin iradene
bağlamışım. Sen hakikatte yok olunca iradem de senin iradende mahvolmuştur.
Hâşâ senin istediğinden başka bir şey istemem.)
Burada Hâfız-ı Şirazî’nin bir beytini hatırlatalım:
Çerh
berhem zenem er cüz be-murâdem gerded Men ne ânem ki zebûnî keşem ez
çerh-i felek
“Felek
benim irademin haricinde bir hareket yaparsa onu birbirine katarım. Ben felek
çarhına mağlup olacak insan değilim.”
Bu çok cesurane bir da’va gibi görülürse de hakikatta kendinin
yok olduğunu ve iradesini Hakk’ın iradesine bağlandığını gösterir. Kâinatta
hâkim olan da Hakk’ın iradesidir. Onun hilâfına esasen hareket edilmez.
İkinci mısrada şu ma’nâ da vardır: Ben ancak seni isterim,
senden başkasını istemem.
(Beni Fuzûlî gibi heva ve hevas, yani masiva arzuları içimde
hapsetme, Yâ Rabbî bana fenâ, yani Hak’da fâni olmak, yok olmak yolunu göster.)
Bu beytteki mazmun hava kabarcığıdır. Kabarcık içinde hava
vardır. Hava çıkınca kabarcık da mahvolur. Derya-yı vahdete karışır. Çünkü
habab “hava kabarcığı” deryada
ayrı gibi görünen bir varlıktır, dalga gibi. Fuzûlî’nin bu mazmunu Hazreti
Peygamber hakkımda yazdığı “gül” kasidesinde de vardır:
“Hazreti
Peygamber’i devrinde heva ve hevas habab – hava kabarcığı – zindanında
hapsedilmiştir. Galiba gül yani Hazreti Peygamber hevâ ve hevesten incinme
kokusu almış ve onu hapsetmiş”
Burada devrinde kelimesi iki ma’nâdadır:
1- Hazreti Peygamber’i zamanında
2- Hava kabarcığı kendi yuvarlaklığı içinde havayı hapsetmiştir.
Hava kabarcığı yuvarlaktır. Fuzûlî böyle oyunları hiç hissettirmeden yapar.
Asıl sanat kudreti de buradadır.
Hevâ ve heves yani Hak’tan gayri arzu ve lezzetler kapılmak
şeri’atta da, tasavvufta da men’edilmiştir, günahtır. Bunun için
hapsedilmiştir. Gül koktuğu için “bir parça” yerine “şemme” diyor. Şemme, koku
ma’nâsındadır.
Kaynak: Fuzûlî
Divanı Şerhi, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Akçağ Yayınları, 7. Baskı,
Ankara 2013, Sayfa: 23-26.