Hastahane Önü İncir Ağacı

Çok eskilerden kalmış bir adetimiz vardır. Gerçi bu adeti eskiden de çok uygulayan yoktu ama az da olsa bu gün bile, bu göreneğe uygun kız verip, oğlan evlendirenler var. Bu göreneğe göre komşu, hısım ya da akraba çocuklarından aynı yaşlarda olan, bazen de aynı hafta ya da günde doğan bir kız bebeği ile erkek bebeği, beşik kertmesi yaparlarmış. Yani o anda kızın da, oğlanın da ailesi büyüyünce bu çocukları birbirleriyle evlendireceğiz diye, daha beşikteyken çocukların hayat yolunu çizerlermiş. Artık bu tür uygulamalara, özellikle okur-yazar insanlar arasında rastlanmamakta ama kırsal kesimlerde yine de hâlâ yaşatılmakta...

Yozgat'ta, iki komşu, çocuklarını beşik kertmesi yapmış. Aradan yıllar geçmiş, çocuklar büyümüş evlilik çağına gelmiş. Oğlan, düğün yapamadan askere gitmiş. Fakat genç, askerde ince (verem) hastalığa tutulmuş. Hava değişimi alıp Yozgat'a ailesinin yanına, istirahat etmeye gelmiş. Kız tarafı da oğlanın ince hastalığa tutulduğunu öğrenmiş. O zamanlar bu hastalığın tedavisi yokmuş ve bu hastalığın bulaşıcı olduğu bilinirmiş. Oğlan, evlerinde istirahata çekilmiş. Kız tarafından hiç kimse ne hoş geldin, ne de geçmiş olsuna gelmemiş. Kendileri gelmediği gibi kızlarını da göndermemiş. Fidan gibi genç, günden güne mum gibi erimiş de erimiş. Oğlanın anası da babası da bu durum karşısında çok üzülmüş. Zaten çok da fakirlermiş. Kız tarafına yalvarmış, yakarmışlar, araya hatırlı kişiler koymuşlar "Ne olur oğlumuz sözlüsünü uzaktan da olsa bir kez görsün. Belki morali düzelir de hastalığı da iyileşir" diye günlerce dil dökmüşler. Kız tarafı Nuh demiş de peygamber dememiş... Kız tarafı "oğlan tedavi olsun, iyileşsin bakalım. Ondan sonra kızımızı, oğlunuzla görüştürürüz" demiş. Bu arada genç İstanbul'a, rapor aldığı hastanede tedavi olmak için yola çıkmış. Uzun süre hastane de yatmış. Ne geleni olmuş ne de gideni. Hastalığı da gün geçtikçe ağırlaşmış... Oğlanın gözünde, gönlünde anası, babası, hele nazlı sözlüsü tüter olmuş. Günlerce, hastanenin balkonuna çıkıp etrafı seyredermiş. Yine bir gün etrafı seyrederken, aklına sıla düşmüş; yar düşmüş. Bir ara gözü hastanenin bahçesindeki incir ağaçlarına ilişmiş. Almış bir kağıt kalem ve o titreyen, kalemi bile zor tutan elleriyle bir şiir yazmış. O günden sonra bir ay bile geçmemiş hastanede ölmüş. Bu haber Yozgat'taki ailesine ulaşmış. Gencin ailesi çocuklarının cenazesini fakirlikten dolayı Yozgat'a getirememiş. Cenazeyi İstanbul'da toprağa vermişler. Hastaneden, eşyaları ile şapkasının içine sakladığı bu dizelerle süslü kağıtları ailesine teslim etmişler. Fakir aile, çocuklarının bu dizelerini okuyup okuyup dertlenmiş… Gözyaşları sel olmuş... Evlatlarının kaleminden dökülen bu mısralar daha sonra içli bir türkü olup, yurdun dört bir yanında söylenir olmuş.

Hastane önünde incir ağacı
Annem ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Annem ilacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Annem ilacı

Baştabip geliyor zehirden acı
Annem oy acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu
Annem dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu
Annem yurt oldu

Mezarımı kazın bayıra, düze
Annem oy düze
Yönünü çevirin sıladan yüze
Annem oy yüze
Yönünü çevirin sıladan yüze
Annem oy yüze

Benden selam edin sevdiğinize
Sevdiğinize
Başına koysun karalar bağlasın
Annem bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın
Annem ağlasın