Hatib Bin Ebi Beltea (R.A)



Hatib Bin Ebi Beltea (r.a.), genç yaşında Yemen’den Mekke-i Mükerreme’ye geldi. Ubeydullah İbni Humeyd İbni Züheyr’in himâyesine girdi. Bir müddet sonra mükâtebe yoluyla azât oldu. Cahiliye devrinde şâirliği ve süvâriliği ile meşhurdu. İyi ata biner ve güzel şiir söylerdi. Erkam’ın evinde İslâm’la şereflendi. Medine-i Münevvere’ye ilk hicret edenlerden oldu. Resûl-i Ekrem Efendimiz onu Ruhayle İbni Hâlid ile kardeş yaptı.
Hatib Bin Ebi Beltea (r.a) Bedir, Uhud, Hendek Gazvelerine iştirak etti. Hudeybiye’de bulundu. Uhud’da Ayneyn tepesine yerleştirilen okçular arasında yer aldı. Savaşın seyri müslümanlar aleyhine dönünce İki Cihan Güneşi Efendimizin yanına geldi. Onun yaralandığını ve dişinin kırıldığını görünce hiddetle meydana atıldı. Bunu yapan Utbe İbni Ebi Vakkas’a hücum etti. Bir hamlede onu öldürdü.
O, imanı gür, teslimiyeti tam, sevgi dolu, cesûr, fedakâr bir kahramandı. Hangi hizmet verilse onu yapardı. Beni Mustalik Gazvesinde müslümanlar susuz kaldı. Sevgili Peygamberimiz ona bir kuyu kazmasını emretti. O da derhal bu emri yerine getirdi. Hayber gazâsında yahudilerle kahramanca savaştı. Kalelerini muhasara etti.
MUKAVKIS’IN İSLAM’A DAVET EDİLMESİ
Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz onu hicretin altıncı yılında bir mektupla Mısır Mukavkısı Cüreyc İbni Mina’ya elçi olarak gönderdi. İslam’a davet eden bu mektubu Hatib (r.a) bizzat kendi eliyle Mısır kralına verdi. Aralarında şöyle bir konuşma geçti:
Mukavkıs: -Sizi gönderen zâttan bana haber verin. O bir peygamber midir?
Hâtib: -Evet, o bir peygamberdir.
Mukavkıs: -O gerçekten Peygamber ise kendisini öz yurdundan çıkaran kavmine ve düşmanlarının helâkine niçin beddua etmiyor?
Hâtib: -Tanrılık iddia etmesine rağmen Firavun hemen helâk edilmedi. Hazreti İsâ kendi memleketinde ezâ görmesine, yahudiler tarafından çarmıha gerilmek istenmesine rağmen kavmine beddua etmedi. Nihayet Allah Teâlâ onu kendi katına aldı. Meryemoğlu İsâ kavminin helâk edilmesi için bedduâ etse olmaz mıydı?
PEYGAMBERİMİZİN İSLAM’A DAVET MEKTUBU
Bu cevaplardan çok memnun kalan Mısır Mukavkısı, Hâtib’a: Sen hikmetli bir zâtın yanından gelen hakîm birisisin, birkaç gün yanımızda kal dedi. Onu beş gün misafir etti. Hikmetli zâtın hikmetli elçisine hürmet etti, ikramlarda bulundu. Efendimizin mektubunu özel bir kutu içine koydu ve câriyesine teslim etti. Bu mektub 1850 tarihinde Mısır’ın Ahmin bölgesinde eski bir manastırda kitaplar arasında bulundu. Sultan Abdülmecid Hân onu satın alarak Topkapı Sarayı, Mukaddes Emanetler bölümüne koydu.
Mukavkıs, Peygamber Efendimize sunulmak üzere iki câriye ve çok kıymetli hediyelerle Hâtib’ı yolcu etti. Mâriye ve Sîrîn adındaki câriyeler yolda müslüman oldular. Sevgili Peygamberimiz Mâriye ile evlendi. Oğlu Hz. İbrahim ondan doğdu. Sîrîn’i de “şâir-i Nebî” Hassan İbni Sabit’e verdi.
HATİB’İN MEKTUBU
O, iyi bir diplomattı. Medine’ye dönünce Mekke fethi için hazırlıkların yapıldığını gördü. Mekke’de bulunan akrabalarının hayatından endişe duymaya başladı. Yakınlarına olan merhametinden ve onları himâye altına almak gibi bir düşünce ile  Kureyş’in ileri gelenlerine bir mektup yazdı. Durumu onlara bildirdi. Sevgili Peygamberimiz ise, yaptığı hazırlıkları gizli tutuyor ve karşı tarafın duymasını istemiyordu. Maksadını birkaç sahâbiye açmıştı. Hâtib da onlardan biriydi. Mektupta şunlar yazılıydı:
“Ey Kureyş ahalisi! Hiç şüpheniz olmasın ki, Rasûlullah üzerinize gece karanlığı gibi korkunç, sel gibi bir orduyla gelmek üzeredir. Allah’a yemin ederim ki, Rasûlullah tek başına da kalsa Allah onu muzaffer kılar. Zira bu Allah’ın ona bir vaadidir. Başınızın çâresine bakınız.”
Ebu Leheb’in müşrik câriyesi Sâre o sırada Medine’de idi. Hâtib mektubu onunla gönderdi. Allah Teâlâ bu olayı Habîbine vahiyle bildirdi. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz ashaptan Hz. Ali, Zübeyr ibni Avvam ve Mikdad İbni Esved radıyallahu anhüm’ü çağırdı. Onları görevlendirdi ve:
“Hâh mevkine vardığınızda bir kadına rastlayacaksınız. O beraberinde bir mektup götürmektedir. Kendisini yakalayıp mektubu alınız!” diye tâlimat verdi.
HATİB’İN SAVUNMASI
Sahabîler derhal hareket etti ve Hah mevkiinde kadını yakaladılar. Karşılıklı sözlerden sonra mektubu ele geçirdiler. Medine’ye döndüler. Efendimiz mektubu alınca Hâtib’ı çağırttı. “Ya Hâtib bu nedir?” dedi. O da: “Ya Rasûlallah acele karar vermeyiniz. Benim bu teşebbüsüm, kâfirlerden yana olmak dinimden dönmek onlara yardım etmek için değildir. Sadece Mekke’deki akrabalarımı korumak ve onları himaye etmek gayesine mâtufdur” dedi. Hâtib’ın savunmasını Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz kabul etti. Fakat sahâbe-i kiram bu olayı içlerine sindiremedi. Hatta Hz. Ömer öldürülmesini istedi. Efendimiz onu ve ashâbını yatıştırmak için: “Ey Ömer! Bu zât Bedir savaşına katıldı. Allah Teâlâ onlar için ?Ne isterseniz yapınız. Ben sizi bağışladım.’ buyurdu” dediğini hatırlattı. Bunun üzerine Hz. Ömer ve ashâb-ı kiram sâkinleşti.
MÜMTEHİNE SURESİ’NİN MEALİ
Bir müddet sonra da şu âyet-i kerime nâzil oldu: “Ey iman edenler! Benim de sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” (Mümtehine Sûresi: 1)
O, Hz. Ebû Bekir (r.a) devrinde Mısır’a tekrar elçi olarak gönderildi. Kendisinden birkaç tane hadis-i şerif rivayet edilen Hâtib (r.a) yetmiş yaşlarında iken Medine’de vefat etti. Hz. Osman (r.a) cenâze namazını kıldırdı. Bakî kabristanlığına defnedildi. Cenab-ı Hak şefaatlerine mazhar eylesin. Amin.
Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 1998 – Aralık, Sayı: 154, Sayfa: 026