Hz.Amr Bin Cemûh(R.A)



Cahiliyye’de soylu kişilerin evlerinde put bulundurma âdeti vardı. Amr Bin Cemûh’un (r.a.) da ağaçtan yapılmış “Menât” adında bir putu vardı.Ona özel bir yer ayırmıştı. Sabah – akşam o puttan uğur diler ve felâket anlarında ondan medet beklerdi. Ona öylesine itina île bakardı ki, güzel kokular sürer ve onu hergün temizlerdi. Onun temizliği, bakımı Amr’ın hayatının bir parçası olmuştu. Günlerini bu şekilde geçirirken Mekke’de yeni dinin geldiğini, İslâm’ın bir güneş gibi gönülleri aydınlattığını ve süratle yayıldığını duydu. Yesrib’ten giderek bu dine girenlerin bile olduğunu haber aldı.
FATİHA SURESİ’NİN MEALİ
Birinci ve ikinci Akabede Müslüman olanlar Yesrib’te çoğalmıştı. O, genç muallim Mus’ab Bin Umeyr’in (r.a.) memleketlerine geldiğini öğrenince hanımı Hind’e “Çocukları sakın bu adamla (Mus’ab’la) görüştürme ” diye tenbihde bulundu. Hanımı da: ” Olur ama, bu adamın anlattığı şeyleri oğlun Muaz’dan duymak istemez misin? dedi. O da ‘Muaz da mı dininden çıktı… ” diyerek şaşkın bir vaziyette Muaz’ı çağırttı ve “Bu adamın söylediklerinden biraz anlat” dedi.Muaz ikinci Akabe görüşmesinde İslâm’la şereflenmişti. Hemen öğrendiği Fatiha süresini okumaya başladı. “- Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Hamd, âlemlerin Rabbı, merhametli olan, merhamet eden ve din gününün sahibi Allah’a mahsustur. (Rabbimiz’) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir.”
Babası: “Bu söz ne güzel! Bütün sözleri böyle mi?” dedi Muaz “Hepsi de birbirinden güzel babacığım! Sen de ona biat eder misin?” dedi. İhtiyar baba biraz sükût etti. Birden cevap veremedi. Gönlüne bir ışık düşmüştü. Bir sıcaklık duymuştu ama “evet” diyemedi. Menâta bir danışayım dedi
O, gönlünü İslâm’ın nûruna hemen açamadı. Bu iş kolay da değildi. Çünkü kalbini senelerin karanlığı kaplamıştı. Küfrün katranlaşmış karanlıklarını bir çırpıda dağıtamadı. Zamana bıraktı. Fakat şu bir gerçekti. O karanlık gönüller ancak İslâm güneşiyle aydınlanacaktı. Bu arada hanımı Hind, diğer oğulları Muavvez ve Hallad genç muallim Mus’ab vasıtasıyla gönüllerini İslâm’la aydınlatmışlardı. Şimdi sıra babalarındaydı. Oğulları babalarının İslâm’a girmesi için neler yapmalıydı? Devamlı düşünüyor ve istişarelerde bulunuyorlardı. Babalarının hayatından o putu nasıl çıkaracaklardı? Onun sevgisini gönlünden nasıl söküp atacaklardı? Birlikte düşünüyorlar ve sevdiklerine danışıyorlardı.
Bir gün arkadaşları Muaz Bin Cebel (r.a.) yanlarına geldi. Bu konu üzerinde onunla da istişare yaptılar. Neticede şu karara vardılar? Menât’ın hiç bir kimseye fayda ve zarar veremeyeceğini hatta kendisine gelecek zararı bile önleyemeyeceğini babalarına isbat edeceklerdi. Bunun için gece yarısı herkes uyurken putu alıp Seleme oğullarının çukuruna atacaklardı. Bir gece yarısı putu alıp çukura attılar. Sabah olunca puthaneye giden Amr Bin Cemûh, Menâtı yerinde göremedi. Bağıra çağıra etrafı kolaçan etmeye başladı. Her tarafı aradı taradı. Putunu hiç ümit etmediği bir çukurda buldu. Şaşkın şaşkın onu aldı, temizledi ve güzel kokular sürerek tekrar yerine koydu. Ertesi sabah yine öyle. Üçüncü gece de aynı şekilde pislikler içinde bulunca kendi kendine “Ey Menât Vallahi sen eğer tanrı olsaydın bu çukurda olmazdın. Kötülüğü kendinden uzaklaştırırdın” diyerek putunu kendi eliyle kırdı. Çok geçmedi İslâm’la şereflendi.
Amr Bin Cemûh (r.a) İslâm’ın nûruna biraz geç kavuştu. Fakat Müslüman olduktan sonra devamlı bir pişmanlık duygusu içerisinde hayatını geçirdi. Bunun telâfisi için çareler aradı. Canını, malını fedaya hazırdı. Bir hayli yaşlanmıştı. Ayaklarında da hafif aksaklık vardı. Bu yüzden Bedir Gazvesine katılamamıştı. Fakat o şirkte geçen günlerini telâfi etmek istiyordu. Bunun için âdeta fırsat kolluyordu. Gönlü şehâdet özlemiyle dolu olarak bekliyordu.
TOPAL AYAKLA SAVAŞA KATILIP ŞEHİT OLAN ASKER
Bir müddet sonra Uhud Savaşı hazırlıkları başlamıştı. Amr İbi Cemûh (r.a) artık ne pahasına olursa olun Uhud’a katılmak istiyordu. Fakat yine çocukları “Allah seni özürlü saymıştır. Niçin Allah’ın senden istemediğini kendine yüklüyorsun babacığım” diyerek engel olmak istediler O ise kararlıydı Resûl-i Ekrem Efendimiz’e müracat etti ve “Yâ Resûlallah! Çocuklar benim topal olduğumu bahane ederek Uhud’a katılmama engel oluyorlar. Cenab-ı Hak’tan dileğim şudur ki, harbte şehit olayım ve cennete kavuşayım. Şu ihtiyar yaşımda beni Cennet yolundan mahrum etmeyin!..” diyerek yalvardı. Efendimiz onun bu yakarışı karşısında çocuklarına: “Fazla ısrar etmeyiniz. Belki de ona şehâdet ve Cennet nasiptir.” buyurdu.
ŞEHİT OLMA İSTEĞİ
Bu müsadeyi alan Amr Bin Cemûh (r.a.) o halinde büyük bir aşk ve sevinçle hazırlığa başladı. Ordu harekete geçmeden önce ailesine bir daha dönmemek üzere vedâ etti. Ordu ile birlikte üç oğlu ve Seleme oğullarından kalabalık bir toplulukla yola koyuldu. Devamlı şu duâyı yapıyordu:
“Allah’ım! Bana şehitlik ver. Beni, şehitliği kaybetmiş olarak ailemin yanına döndürme”
O, Uhud’da büyük kahramanlıklar gösterdi .Bir ara Resûlulah Efendimizin yanında ashab-ı kiram azalmıştı. O ise oğullarıyla birlikte müşriklere saldırıyor, sağlam ayağının üzerinde zıplaya zıplaya sağa sola kılıç sallıyordu. Bir taraftan da: Ben Cenneti istiyorum!.. “Ben Cenneti istiyorum!.. ” diye haykırıyordu.
Şehâdet ve Cennet… Ne yüce hasret!… Ne güzel istek!.. Bu özlemle yaşamak ne seâdet!.. Allah’ım bizleri de şehâdet mertebesine ermeyi nasib et!..
Baba ve oğul Hallad Resûlullah’ı müşriklerin saldırılarına ve ok yağmurlarına karşı bedenlerini siper ederek korudular. Sonunda ikisi de özlemini çektikleri mertebelere erdiler. Sevgili Peygamberimiz onların şehit olduğunu görünce: “Amr, oğlu ile beraber işte şimdi Cennete ayak bastı.” buyurdu. Cenab ı Hak şefaatlerine nail eylesin. Amin.
Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 1996 – Haziran, Sayı: 124