tam bir balerin gibi değil, değil de hani, kum tepesinin çevresinde parmak uçlarına basarak dönen bir hortum gibi giriyor erken çocukluğun peşinden sahneye, sessizce, Zaman;
yeterince hızlanınca duruyormuş gibi gözükebiliyor göze; ama, bize hissettirmeden sahiden yavaşladığı da oluyor bazen ve bir ileri, bir geri, yerinde saymaya başladığı...
böyle yaparak, fani ve hüzünlü olana alıştırmak istiyor olmalı bizi; hokkabaz gibi hoplayıp zıplıyor çünkü, yerlerde yuvarlanıyor ve toz duman içinde bırakıyor çoğumuzun içini, dışını, aşklarını, düşlerini.
bu yüzden, git git, rolleri birbirine karıştırmaya başlıyor insan: onunla düşen kalkan, sevişen, didişen, yolunu bazen bağa bahçeye, bazen çöllere çıkaran, yazgı mı, zaman mı, aşk mı, ölüm mü?
en sonunda da kullandığı yüzleri unutturabiliyor ona girdiği oyunları, verdiği replikleri, yaşadığı çağı, yollarında yaşlandığı gezegeni, içine inen meleği: kanatlı yalnızlığı.