Bir gün yine biçâre kadın hasta uzanmış Tüllerde… Uzaklıkları bir sâye-i müthiş Bir dul gibi örterdi dumanlarla, elemle, Hep gölge adımlar bir âheng-i ademle Vâdileri kaplardı serâpa gece sessiz. Eb’âdı boğan reng-i tehassüs gibi bir sis, Bir lerziş-i sâkinle günün na’şını örter…
Titrek, karışık, hasta, hayâlî, sarı gözler Yerlerde açılmıştı; semâlar ölü, durgun, Olmuştu bütün hâb ü hâyâlât ile meskûn. Bir vâlide, bir zevc-i mükedder, sonu mübhem Bir ince çocuk çehresi, ben muzlim ü ebkem Bi-his uzanan hastayı durmuş düşünürken Akşam mütemâdi dolarak pencerelerden Vermişti o sâkin odanın hüznüne bir renk, Bir reng-i küdûret ki eder bizleri dil-tenk.
Zulmet o kadar doldu ki âfaak silindi Elvâha, mesâfâta, yere gölgeler indi. Solmuştu o gölgeyle o sâkit ser-i müşfik, Tüllerde yatan hastayı sarmıştı karanlık; Gözler, ölü gözler gibi bî-lem’a ü hâlî, Olmuştu bütün mevt-i mûhîtat ile mâlî… Lâkin o zaman doğdu senin çehre-i lâlin, Ey mâh ki tüllerde yatan rûh-ı melâlin, Bir hemser-i ulvî-i semâvîsi idin sen, Bir safha-i rü’yâ gibi bî-renk idi çehren! Yükseldin ufuklarda ağır, mübhem ü mahmûr; Zulmette ipek, ince dumanlar gibi bir nûr, Âfa’aka yayarken mütedmâdi sarı bir fer, Birden o donuk gözlerle dolmuştu kamerler…