Geçende, Yayla civârında bir ufak cevelân Bahânesiyle, bizim eski âşinâlardan Bir attarın azıcık gitmek istedim yanına, Ki her zaman beni da’vet ederdi dükkânına. Biraz müsâhabeden sonra söktü müşteriler: — Ver ordan on paralık zencefil, çöroğtu, biber. Geçenki beş para borcumla on beş etmedi mi? — Silik bu yirmilik almam... — Uzatma gör işimi! — Oğul, çabuk... Bana tîrak... Okunmuş olmalı ha! * Bizim çocuk, adı batsın, Yılancık olmuş... — Ya? — Sübek kadar yüzü hütdağ kesildi! — Vah vah vah! — Hanım, geçer, nefes ettir... — Geçer mi? İnşallah. — Bi yirmilik paket amma sabahki tozdu bütün... — Ayol, hep içtiğimiz toz... Bozuldu eski tütün! — Efendi amca, sakız ver... Biraz da balmumu kes. — Kızım, parayla olur ha! Peşinci bak herkes. Beşer onar paralar hepsi yaklaşıp deliğe, Süzüldüler oradan bir kilitli çekmeceye. Epeyce fâsıladan sonra geldi başka biri: — Genişçe bir hasırın var mı? Neyse hem değeri. Cenâze sarmak içindir, eziyyet etme sakın! Mahallemizde beş aydır yatan o hasta kadın Bugün, sabahleyin artık cihandan el çekmiş... — Ne çâre! Kısmeti bir böyle günde ölmekmiş. — Yanında kimse de yokmuş... Aman bırak neyse... Ecel gelince ha olmuş, ha olmamış kimse! — Dokuz kuruş bu hasır, siz, sekiz verin haydi... Pazarlık etmeyelim bir kuruş için şimdi! Hasır büküldü, omuzlandı, daldı bir sokağa; Sokuldu kimbilir ordan da hangi bir bucağa. Açıldı bir ölü saklanmak üzre sînesine; Kapandı ketm-i adem heybetiyle sonra yine! Beş on fakîre olup bâr-ı dûş-i istiskàl, Huzûr-i lâlini bir nevha etmeden ihlâl, Sükûn içinde uzaklaştı âşiyânından. Geçince sûrunu şehrin, uzattı servistan Garîb yolcuyu tevkîfe bin bükülmez kol! Omuzdan indi hasır, yoktu çünkü artık yol. Mezarcının o kürek yüzlü dest-i lâkaydı İânesiyle nihâyet mezâra yaslandı. Hücûm-i mihnet-i peyderpeyiyle dünyanın, Hayâtı bir yığın âlâm olan zavallı kadın, Hasırdan örtüsü dûşunda hufreden indi... Enîn-i rûhu da artık müebbeden dindi. Bu hâtırât ile kalbimde başlayınca melâl, Oturmak istemez oldum, kıyâm edip derhâl; -Yüzümde âleme nefrin, içimde şevk-i memât; Gözümde içyüzü dehrin: Yığın yığın zulümât! - Bulunduğum o mukassî mahalden ayrıldım. Bu perde bitti mi? Heyhât! Atmadım bir adım, Ki rûhu eylemesin böyle bin fecîa harâb! Hayât nâmına, yâ Rab, nedir bu devr-i azâb?
* Çöroğtu (çörek otu) ve tîrak (tiryak) gibi kelimeler, halk telâffuzuyla alınmışlardır.