«O mü’minlere ind’allah ecr-i azîm var ki: Birtakım kimse-ler kendilerine «Düşmanlarınız sizin için kuvvetlerini top-ladılar; onlardan korkmalısınız» dedikleri zaman bu haberîmanlarını artırır da: «Allah’ın nusreti bize kâfîdir, o negüzel muhâfızdır! »derler.»
Şehâmet dîni, gayret dîni ancak Müslümanlık’tır; Hakîkî Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır. Cebânet, meskenet, dünyâda, sığmaz rûh-i İslâm’a... Kitâbullâh’ı işhâd eyledim -gördün ya- da’vâma. Görürsün, hissedersin varsa vicdânınla îmânın: Ne müdhiş bir hamâset çarpıyor göğsünde Kur’ân’ın! O vicdan nerdedir, lâkin? O îman kimde var? Heyhât! Ne olmuş, ben de bilmem, pek karanlık şimdi hissiyyât! O îmandan velev pek az nasîb olsaydı millette, Şu üç yüz elli milyon halkı görmezdin bu zillette! O îman ittihâd isterdi bizden, vahdet isterdi... Nasıl «bünyân-ı mersûs» olmamız lâzımsa gösterdi. Peki! Bizler ne yaptık? Kol kol olduk, târumâr olduk... Nihâyet bir denî sadmeyle düştük, hâk-sâr olduk! O îman kuvvet ihzârıyle emretmişti... Lâkin, biz «Tevekkelnâ» deyip yattık da kaldık böyle en âciz! O îman, farz-ı kat’îdir diyor tahsîli irfânın... Ne câhil kavmiyiz biz müslümanlar, şimdi, dünyânın! O îman hüsn-i hulkun en büyük hâmîsi olmuşken... Nemiz vardır fezâilden, nemiz eksik rezâilden?
Demek: İslâm’ın ancak nâmı kalmış müslümanlarda; Bu yüzdenmiş, demek, hüsrân-ı millî son zamanlarda. Eğer çiğnenmemek isterseler seylâb-ı eyyâma; Rücû’ etsinler artık müslümanlar Sadr-ı İslâm’a. O devrin yâd-ı nûrânûru bî-pâyan şehâmettir; Mefâhir onların târîhidir; ümmet o ümmettir. Ki bir yandan celâdetler saçıp dünyâyı titretmiş; Öbür yandan da insanlık nedir dünyâya öğretmiş. Değilmiş böyle mahkûmiyyetin timsâl-i pâmâli! Şevâhikten tenezzül eylemezmiş arş-ı iclâli. «Tevekkül» vasfı, ancak onların hakkında ma’nîdâr: Ki etmiş hepsi dünyâlar kadar âlâmı istihkàr. Çekinmezmiş şedâid yağsa, aslâ, iktihâmından; Zeminlerden ölüm fışkırsa dönmezmiş merâmından. «Hakîkî Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır» Demiştim... İşte da’vâm onların hakkında sâdıktır.