31 Kasım 1956. Prag’a akşam, yavaş yavaş çöküyor. Masal şehri ortasından bölen Vltava Nehri ağır ağır akıyor. Slavya kahvesindeki yuvarlak tahta masada oturan kızıl saçlı adam, Şarl Köprüsü’nün üstündeki heykeller kadar yalnız! Yazmaya başlıyor:
Külahlı kuleler Pırağ şehrinde,
Ağarınca akşamın üzerinde
Düşe giren dünyalar aydınlanır
İstanbul’da bir Memet var
Altısına bastı bu yıl.
20 Aralık 1956. Gri bir sabaha gözünü açan Prag yavaş yavaş uyanıyor. Dışarda sulusepken yağmaya başlayan karı seyrederken dalıp yine gidiyor. Burası Karaköy’e o kadar benziyor ki. Sanki şimdi ada vapuru iskeleye yanaşacak gibi:
Pırağ’da bir yandan ağarıyor ortalık
Bir yandan da kar yağıyor
Sulusepken
Kurşuni
Pırağ’da ağır ağır aydınlanıyor barok;
Huzursuz, uzak
Ve yaldızlarında kararmış keder.
Ölen bir yıldızdan uçup gelen kuşlara benziyor.
Dördüncü Şarl Köprüsünde heykeller.
YAHUDİ MEZARLIĞI VE ÖLÜMDEN BETER BİR ŞEY
Yine 20 Aralık 1956. Nazım Hikmet’le Prag sokaklarında dolaşıyorum. Önümüzden tek atlı bir yük arabası geçiyor. İşte Franz Kafka’nın mezarının olduğu, 40 bin Yahudi’nin yattığı mezarlık. Nazım Hikmet vatan hasretiyle yanıyor:
Pırağ’da bir araba geçiyor
Tek atlı bir yük arabası
Yahudi mezarlığının önünden.
Bir başka şehrin hasretiyle yüklü araba,
Arabacı ben.
Pırağ’da Yahudi mezarlığında sessiz soluksuz ölüm.
Ah gülüm, ah gülüm,
Muhacirlik ölümden beter..
Ve 17 Ocak 1957. Yine Slavya kahvesi. Sabah ayazı. Nazım yine tahta yuvarlak masasına oturmuş. O anı sanki onunla birlikte hissediyorum:
Ayaz, güneşli, yalansız,
Ayaz toz pembe ,
Havayi mavi ayaz.
Nerdeyse donacak kırmızı bıyıklarım.
Saat elifi elifine dokuz.
Bu dakka bu saniye
Hiç kimse bana düşman değil
Ve hiç kimse geçmiyor aklımdan
Geçilmiş kıyılar geri gelebilir diye
Bu dakka bu saniye
Sen beni seviyordun canım
Hiç kimseyi hiçbir zaman sevmediğin gibi
Şimdi de Prag’ın kalbinin attığı eski şehrin meydanındayım. Hani, 516 yıllık, dünyada eşi olmayan astronomikal saatin olduğu meydanda. Nazım’ın deyimiyle Hanuş Usta’nın saati. Eşi yok çünkü ikincisini yapamasın diye gözlerini kör etmişler. 29 Aralık 1956, öğle vakti. Yapayalnız saati seyreden Nazım Hikmet’i sessizce izliyorum: