Modern Türk hikâyeciliğinin öncülerinden
olan Sait Faik, getirdiği yeniliklerle "kökü kendisinde olan" bir
yazar olarak kabul edilir. Klasik öykü tekniğini yıkarak doğayı ve insanları
basit, samimi, hem iyi hem kötü taraflarıyla oldukları gibi fakat şiirsel ve
usta bir dille anlattı.Bunu yaparken diğer çoğu Cumhuriyet sonrası sanatçısı
gibi Batı'daki gelişmelere bağlı kalmadı, hiçbir edebî anlayışın etkisinde
hareket etmedi ve belli bir tarzın takipçisi olmadı.
Toplumun problemlerine değil bireyin
toplum içindeki sorunlarına yönelen yazar, öykülerinde çoğunlukla kendisinden
yola çıkıp bireyler hakkında yazarak insan gerçeğini anlamaya çalıştı.Çoğunlukla
şehirli alt sınıfın hayatını yazan Abasıyanık, balıkçı, işsiz, kıraathane
sahibi gibi karakterleri anlattı.İnsanların yaşama biçimlerini, isteklerini,
tasalarını, korkularını ve sevinçlerini irdeleyerek, toplum meselelerinden çok
"insanı ele alan sanatçılar" sınıfında yer aldı.
1930'larda başladığı yazı hayatı boyunca
"sorumlu avare", "gözlemci balıkçı", "çakırkeyf
sirozlu", "küfürbaz şair", "müflis tacir",
"züğürt yazar", "hamdolsun diyemeyen rantiye", "anadan
doğma çevreci" gibi sıfatlarla anılan Abasıyanık'ın tüm yazdıkları bir
şair duyarlılığı içerdi.Hikâye, roman, şiir yazan, çeviriler ve röportajlar
yapan sanatçı bütün bu türleri kendine özgü tarzı ile kaynaştırdı.[17] Yazarın,
anlık heyecanlarını yansıtan izlenimci ve fovist ressamların üslubunu anımsatan
bir tarzı olduğu söylenmiştir.
Kendi özgün dilini oluştururken André
Gide, Comte de Lautréamont, Jean Genet gibi isimlerden etkilenen Abasıyanık,
kendisinden sonra gelen Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu, Demir Özlü gibi pek çok
yazara da öncülük etti. Ölümünün ardından Burgaz Adası'ndaki evi müzeye
dönüştürülen yazar adına her sene öykü ödülü de verilmektedir.