Maddeyi putlaştıran, o dünyevî korkular; Vicdan ve ahlâkını, bulandıran tortular; Düşünce sarnıcında, biriken kirli sular; Atılır yüreğinden, Kur'ân'ı anladıkça.
Akıl tahtın önünde, hurâfeler diz çöker; Bilinç ufuklarında, binlerce şafak söker; Gözlerin damla damla, yaş değil umut döker; O devâlar deryâsı, Kur'ân'ı anladıkça.
Çözülür, kalp gözünü bağlayan kördüğümler; Açılır, örümcekli kapılar birer birer; Varlık târifindeki, maddeye mânâ girer; Şüpheler sona erer, Kur'ân'ı anladıkça.
Gör ki; sebepsiz değil, varlığın bir zerresi; Ne bir yağmur damlası, ne de bir kum tanesi. Gerçeğin karşısında, '' tesâdüf '' efsânesi; Âciz kalır, alçalır, Kur'ân'ı anladıkça.
Katılaşan yürekler, hoşgörüyle beslenir; Kirli eller, hidâyet selleriyle ıslanır; Dinlersin ki; taş toprak ''Allah'' diye seslenir; Zikirleri duyarsın, Kur'ân'ı anladıkça.
Her nefsin tadacağı, ölüm ve ötesinden; Kabirde duyacağın, Münker Nekir sesinden; Ve er geç varacağın, mahşer mahkemesinden; İbretle ürperirsin, Kur'ân'ı anladıkça.
Gösterişin postunu, yerden yere vurursun; Nefsine köle değil, ona sultân olursun. Yalnızlık sancısından, ebedî kurtulursun; Gerçek Dost'u bulursun, Kur'ân'ı anladıkça.
Yaratan hakkı için, insanla barışırsın; Kibir dağından iner, ummâna karışırsın; Hâk yolunda rütbesiz, isimsiz yarışırsın; Sevgiyle tanışırsın, Kur'ân'ı anladıkça.
Kanayan bir yarayı, görmeden geçemezsin; İnsanın bedelini, servetle biçemezsin; Kavrulsan da, bir yudum haramdan içemezsin; Kula el açamazsın, Kur'ân'ı anladıkça.
Allah'tan başkasına minnet sana âr gelir, Onurlu bir yoksulluk, iffetine kâr gelir; Ruhuna beden değil, dünya bile dar gelir, Semâlar mekân olur, Kur'ân'ı anladıkça.
İlim mercekleriyle görürsün uzakları; Fark eder ve seçersin, karalardan akları; Hele ki; o şeytanın, kurduğu tuzakları; An be an yakalarsın, Kur'ân'ı anladıkça.
Korkma ki; ak yürekte, kara sancı başlamaz, Kem tohumlar kök salıp, toprağında kışlamaz. Var git artık yoluna, sana kurşun işlemez; Böyle gönül verip de, Kur'ân'ı anladıkça.