Ey bülbül-i ter-zebân-ı irfan, Dem-beste nevâlarınla vicdan. Hem-safvet-i rûh olan o âvâz Oldukça harîm-i canda dem-sâz, Pâmâlim olur bütün avâlim; Lâhûta kadar çıkar hayâlim. Eşvâkıma dar gelir de eb’âd, Eyler fikrim fezâlar îcâd! Ey nûr-i mübîni Kibriyâ’nın, Sînem olamaz mı âsümânın? Gökler mi bütün karârgâhın? Hiç yerlere uğramaz mı râhın? Ey tâir-i nâz-ı sidre-pervâz, Kalbimde olaydın âşiyan-sâz; Bir başka terâne gûş ederdin, Rûhum gibi sen de cûş ederdin. Yâdımda duran neşâidinden Dâim cezebât içindeyim ben. Verdikçe derûna vecd o âheng, Dünyâ nazarımda teng olur teng! Âzâdesi büsbütün kuyûdun, Bir şi’r-i semâ-zemin sürûdun! Bir şi’r-i revan ki: Cûy-i cârî Feyziyle bahâr-ı ömre sârî. Bir nağme ki: Rûhtur, ledündür; Kur’an gibi râsihîn içindir. Bir nâle ki: Şevk-sûz-i idrâk Havlinde nidâ-yı «mâ-arafnâk! » (1) Ey şâir-i râzdân-ı mülhem, Ben râzına olmasam da mahrem, Hayrân-ı kemâlinim... Beyânın Gûyâ ki hitâbıdır Hudâ’nın! Ey subh-i ezel cebîn-i sâfı, Envârının olmaz inkisâfı. Yeldâ-yı adem cihânı alsa, Eşbâh bütün zalâma dalsa, Hâlâ görünür o rûhü’l-ervâh Bir cevv-i münîr içinde sebbâh! Ey safha-i vechi âyet-i nûr, Cebhende meâl-i kevn mestûr; Çeşminde ziyâ-yı sermediyyet; Sönmez ebedî sirâc-ı kudret, Lâhût ile âşinâ nigâhın, Ecrâm şühûd-i intibâhın! Her dem lemeân eder o merdüm, Mihrâkı da zâhirât-ı encüm! Her subh gelir nesîm-i dilcû Dûşunda şemîm-i nâz-ı gîsû. Eyler yeniden hevâ-yı dîdâr Bir nefha ile beni hevâ-dâr! Sevdâ kesilir bütün süveydâ, Gûyâ açılır nikàb-ı Leylâ. Kehvâre-i dilde nâim ümmîd Eyler uyanıp figânı teşdîd. Susturmak için o tıfl-ı zârı, Kalkar ararım leyâl-i târı! Ey leyl, vakàrının misâli, Yâhud bana karşı infiâli! Vaktâ ki eder revâk-ı deycûr Altında yatan cihânı mahmûr, Etrâfta kalmayınca bir ferd, Hem-râhım olur hayâl-i şeb-gerd, Kalkar, gezerim garîb ü tenhâ; Bir yer bulurum sükûnet-ârâ. Fevkimde semâ-yı encüm-âlûd; Pîşimde ridâ-yı leyl-i memdûd; Yâdımda neşâid-i kemâlin; Karşımda hayâl-i yâl ü bâlin; Âzâde kuyûd-i mâsivâdan, Bî-gâile havftan, recâdan; Bir bezm-i fütûh açar ki vicdan: Lebrîz-i safâ-yı aşk olur can. Tasvîr değil o zevki, hattâ Mümkün olamaz tasavvur aslâ! Yâ Rab o ne feyz-i cûş ber-cûş! Yâ Rab o ne leyle-i ziyâ-pûş! Yâ Rab o ne cilve cilve envâr! Yâ Rab o ne lem’a lem’a dîdâr! Yâ Rab o ne encümen, ne âlem! Yâ Rab o ne mahfil-i muazzam! Ey leyl, nehârın olmasaydı... Ey neşve, humârın olmasaydı! Bîdârın iken uyanmasaydım; Dünya varmış inanmasaydım! Ey yâr-i vefâ-güzîn-i cânım, Verdiyse melâl dâstânım, Mu’tâdın olan inâyetinle Susturma bu rûh-i zârı, dinle! Hep velvele-i hayât dinse, Düşmez bu zavallı rûh, ye’se. Olmazsa zemin, zaman müsâid; Feryâdına âsüman müsâid! Gönder bana sen de neyse derdin... Yâdında mı bir zaman ne derdin? Müstakbeli almayıp hayâle! Gel biz dalalım bu hasbihâle! Edvâr-ı hayât perde perde... Allâh bilir ne var ilerde.
(1) «Bilemedik» demek olan bu ibâre ile «Senin yüceliğini, gereğince bilemedik yâ Rabbi! » ifâdesine işâret edilmektedir.