Haberdâr olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen, «Muhakkar bir vücûdum! » dersin ey insan, fakat bilsen... Senin mâhiyyetin hattâ meleklerden de ulvîdir: Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir: Zeminlerden, semâlardan taşarken feyz-i Rabbânî, Olur kalbin tecellî-zâr-ı nûrâ-nûr-i Yezdânî. Musaggar cirmin amma gâye-i sun’-i İlâhîsin; Bu haysiyyetle pâyânın bulunmaz, bî-tenâhîsin! Edîb-i kudretin beytü’l-kasîd-i şi’ri olmuşsun; Hakîm-i fıtratin bir anlaşılmaz sırrı olmuşsun. Esîrindir tabîat, dest-i teshîrindedir eşya; Senin ahkâmının münkàdıdır, mahkûmudur dünya. Bulutlardan sevâik sayd eder irfân-ı çâlâkin; Yerin altında ma’denler bulur nakkàd-ı idrâkin. Denizler bisterindir, dalgalar gehvâre-i nâzın; Nedir dağlar, semâ-peymâ senin şehbâl-i pervâzın! Havâ, bir refref-i seyyâl-i hükmündür ki bir demde, Olur dem-sâz-ı âvâzın bütün aktâr-ı âlemde. Dayanmaz pîş-i ikdâmında mâni’ler müzâhimler; Kaçar, sen rezm-gâh-ı azme girdikçe muhâcimler. Karanlıklarda gezsen, şeb-çerâğın fikr-i hikmettir, Ki her işrâkı bir sönmez ziyâ-yı sermediyyettir; Susuz çöllerde kalsan, bedrekan ilhâm-ı sa’yindir, Ki her hatvende eyler sâye-küster vâhalar zâhir. Ne zindanlar olur hâil, ne menfâlar, ne makteller... Yürürsün sedd-i râhın olsa hattâ âhenîn eller. Yıkar bârû-yi istibdâdı bir âsûde tedbîrin; Semâlardan inen te’yîdisin gûyâ ki takdîrin! Teharrîden usanmazsın, teâlîden teâlîye Atıldıkça, atılsam şimdi, dersin, başka âtîye! Senin en şanlı eyyâmında, en mes’ûd hâlinde, Bir istikbâl-i dûra-dûr vardır hep hayâlinde. O istikbâledir şevkin, odur ma’şûk-i vicdânın, O kudsî neşvenin şeydâ-yı bî-ârâmıdır cânın. O şevkin dâim ilcâsıyle seyrin ıztırârîdir; Terakkî meyli artık fıtratında rûh-i sârîdir! Bütün esrâr-ı hilkatten haberdâr olmak istersin, Bu gaybistân-ı hîçâ-hîçten kurtulmak istersin! Meâdın, mebdein, hâlin ki üç müdhiş muammâdır... Durur edvâr-ı müstakbel gibi karşında hep hâzır. Koşarsın bunların sevdâ-yı idrâkiyle durmazsın, Hakîkatten velev bir şemme duymazsan oturmazsın. Serâir perde-pûş-i zulmet olsun varsın isterse... Düşürmez düştüğün yeldâ-yı hirman rûhunu ye’se: Emel, meş’al-keşin, bir reh-nümâ hem-râhın olmuşken, Tehâşî eylemezsin sîne-i deycûra girmekten. Gelip bir gün tecellî etse mâhiyyât-ı masnûât, Teharrîden geçer, bir dem karâr eyler misin? Heyhât! Tutar mâhiyyet-i Sâni’, o en heybetli mâhiyyet Olur âteş-zen-i ârâmın, artık durma cevlân et! Tevakkuf yok seninçün, daimî bir seyre tâbi’sin... Ne zîrâ hâle râzîsin; ne müstakbelle kàni’sin! Dururken böyle bî-pâyan terakkî-zâr karşında; Nasıl dersin ya «Pek mahdûd bir cirmim» tutarsın da? Meleklerden büyük, hem çok büyük tebcîle mazharsin: Tekâlîfin emânet-gâhısın, bir başka cevhersin! Hayâtın eksik olmazken ağır bin bârı arkandan; Ölümler, korkular savlet ederken hepsi bir yandan; Şedâid iktihâm etmekte müdhiş bir mekânetle, Yolundan kalmayıp dâim gidersin... Hem ne sür’atle! Senin bir nüsha-i kübrâ-yı hilkat olduğun elbet, Tecellî etti artık; dur, düşün öyleyse bir hükmet: Nasıl olmak gerektir şimdi ef’âlin ki, hem-pâyen Behâim olmasın, kadrin melâikten muazzezken?