Biz ki yarmıştık şu’ûnun en büyük ummânını; Çiğnemiştik yükselen emvâc-i bî-pâyânını; Biz ki edvârın, kurûnun, hâdisâtın rağmına, Hâkim olmuştuk bütün bir âlemin eyyâmına; Şimdi tek bir dalganın pâmâl-i izmihlâliyiz! Şimdi sâhillerde mahkûmiyyetin timsâliyiz! Böyle bir sadmeyle altüst olsun en müdhiş gemi... Dehşetin te’sîri hâlâ sarsıyor endîşemi! Öyle salgındır felâket, öyle ânîdir ölüm: Hem görür göz, hem aceb rü’yâ mıdır, der, gördüğüm? Nerde rü’yâ! Gördüğün aynıyle vâki’dir senin. Gayr-i vâki’ noktalar: Ancak o mühlik sadmenin, Bir dışardan, bir kazâ, bir nâgehânî olması; Bir de -en yanlış kanâ’at- âsümânî olması. Dâhilîdir sadme... Hâriçten değil... Aslâ değil! Sonra, olmaz ez-kazâ dünyâda bir şey, böyle bil! Nâgehânî lâfzının ma’nâsı yoktur, herzedir: En beyinsizler bu istikbâli zîrâ kestirir. Gökten inmez bir de hiçbir şey... Bütün yerden taşar; Kendi ahlâkıyle bir millet ölür, yâhud yaşar. Çiğnenirsek biz bugün, çiğnenmek istihkàkımız: Çünkü izzet nerde, bir bak, nerdedir ahlâkımız. Müslümanlık pâk sîretten ibâretken, yazık! Öyle saplandık ki levsiyyâta: Hâlâ çıkmadık! Zulme tapmak, adli tepmek, hakka hiç aldırmamak; Kendi âsûdeyse, dünyâ yansa, baş kaldırmamak; Ahdi nakzetmek, yalan sözden tehâşî etmemek; Kuvvetin meddâhı olmak, aczi hiç söyletmemek; Mübtezel birçok merâsim: İnhinâlar, yatmalar, Şaklabanlıklar, riyâlar, muttasıl aldatmalar; Fırka, milliyyet, lisan nâmıyle dâim ayrılık; En samîmî kimseler beyninde en ciddî açık; Enseden arslan kesilmek, cebheden yaltak kedi... ............................................................................... Müslümanlık bizden evvel böyle zillet görmedi! Hâlimiz bir inhilâl etmiş vücûdun hâlidir; Rûh-i izmihlâlimiz ahlâkın izmihlâlidir. Sâde bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli: Bir halâs imkânı var: Ahlâkımız yükselmeli, Yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsrânımız... Çünkü hem dünyâ gider, hem din, eğer yapmazsanız.